Osmanlı döneminde, 1400lü yıllarda, mısır nişastasından açılan yufkaları kurutup süt ve şekerle ıslatıp içine gül suyunun da katılmasıyla ortaya güllü aş ismi verilen tatlı çıkar ve zamanla bu isim yerini güllaca bırakır.
Güllaç, ilk olarak bundan yaklaşık 600 yıl önce Osmanlı zamanında yaşayan insanların mısır nişastasını saklama çabasıyla ortaya çıkmıştır Üzerinden çok zaman geçmeden, 1400lü yılların sonunda Kastamonulu Ali Usta sayesinde saray mutfağında da tanınmıştır. Saraylıların Kastamonu gezisi sırasında elinde kalan son nişasta yufkalarını sütle ıslatıp misafirlere ikram eden Ali Usta, güllacın büyülü güzelliği sayesinde kendini bir anda sarayın mutfağında bulmuş, hatta sarayın tatlıcı başı olmuştur. Güllaç, böylece 1489 yılında ilk kez saraya girmiştir.
Geçmişten günümüze kadar uzanan bu eşsiz tatlı az malzemeyle leziz bir tat bırakmayı başarmıştır. İşin püf noktası ideal yaprak ağırlığının 30-35 gram olmasıdır. Aynı zamanda şekerle kaynatılan sütün ılındıktan sonra yapraklar üzerine teker teker dökülmesi ve orta katına ceviz ve fındık gibi yemişler yerleştirilmesiyle Osmanlı’dan günümüze kadar uzanmış ve Ramazan ayının simgesi da olarak varlığını sürdürmektedir.